
2025 Aile Yılı: Kadınsız Aile Kurgusu Mu? Şok İddialar!
Türkiye'de 2025 yılının "Aile Yılı" ilan edilmesiyle birlikte, kadının toplumdaki rolü ve aile politikaları üzerine tartışmalar alevlendi. Birleşmiş Milletler'in aile kavramına getirdiği kapsayıcı yaklaşımdan uzaklaşıldığı, kadının sadece anne kimliğiyle değerlendirildiği ve geleneksel normların dayatıldığı eleştirileri yükseliyor. Peki, bu durum kadın hakları açısından ne anlama geliyor? İşte detaylar...
Aile Yılı: Hedefler ve Uygulamalar
2025 Aile Yılı'nın temel amacı, evlilik oranını artırmak ve doğurganlık hızını yükseltmek olarak belirlendi. Bu doğrultuda çocuk başına artan oranda para yardımı gibi teşvikler sunuluyor. Ancak bu yardımlardan düzenli olarak faydalanabilmek için en az iki çocuk sahibi olmak gerekiyor. Tek çocuklu annelere ise sadece tek seferlik bir yardım yapılıyor. Bu durum, doğurganlık oranını artırmaya yönelik bir politika olarak değerlendirilirken, kadınların bireysel tercihleri ve hakları konusundaki hassasiyetin göz ardı edildiği eleştirilerine neden oluyor.
- Beyaz eşya indirimleri
- Tren biletlerinde indirimler
- THY'de ailelere özel indirimler
- Hatıra para uygulaması
Uygulamalara bakıldığında, kadının özne olduğu, aile içinde eşitliği ve temel hakları inşa etmeye yönelik adımların eksikliği dikkat çekiyor. Evlilik öncesi danışmanlık ve aile okulları gibi programlarla geleneksel normların pekiştirilmesi, kadının kimliğinin sadece annelik üzerinden tanımlanmasına yol açıyor.
Doğurganlık Oranlarındaki Düşüş ve Toplumsal Etkileri
Sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde de doğurganlık hızında bir düşüş yaşanıyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya ortalaması 2,2'ye gerilemiş durumda. Türkiye'de ise bu oran 2001 yılında 2,38 iken, 2024 yılında 1,48'e kadar düşmüş durumda. Bu düşüş, nüfusun yaşlanması ve iş gücü kaybı gibi sorunlara yol açabileceği endişesini beraberinde getiriyor. Bu nedenle, hükümetler doğurganlık oranını artırmaya yönelik çeşitli politikalar uyguluyor.
Ancak, bu politikaların uygulanma şekli ve kadının toplumdaki rolüne bakış açısı büyük önem taşıyor. Bazı ülkeler maddi teşvikler ve ödüllerle doğurganlığı artırmaya çalışırken, bazıları toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis edecek adımlar atıyor. İskandinav ülkeleri gibi, kadını birey, çalışan ve yurttaş olarak gören ve eşitlikçi politikalar uygulayan ülkelerde doğum oranları daha dengeli bir şekilde seyrediyor.
Kadın Hakları ve Gelecek Perspektifleri
Türkiye'deki "Aile Yılı" uygulamalarında ise eşitliği savunan değil, kadını anne kimliğiyle sınırlayan bir yaklaşım benimseniyor. Bu durum, kadınların toplumsal rollerini ve bireysel özgürlüklerini kısıtlayıcı bir etki yaratıyor. Kadınların eğitim düzeyindeki artış, kentleşme, iş gücüne katılım oranının yükselmesi gibi faktörler, evlilik ve annelik rollerinin yeniden tanımlanmasına yol açarken, bu değişimin "kriz" olarak tanımlanması, kadının toplumsal rolündeki dönüşümü inkâr etmek anlamına geliyor.
Sonuç olarak, 2025 Aile Yılı projesi kapsamında uygulanan politikaların, kadının toplumdaki rolünü sadece annelik üzerinden tanımlaması ve geleneksel normları dayatması, kadın hakları savunucularından tepki görüyor. Eşitlikçi ve kapsayıcı bir aile politikası için, kadının bireysel özgürlüklerini ve toplumsal rollerini destekleyen, bakım yükünü eşit paylaşan ve ekonomik güvence sağlayan bir yaklaşım benimsenmesi gerekiyor. Aksi takdirde, cinsiyet eşitliği ilkesinden uzaklaşan ve kadını sadece bir üreme aracı olarak gören bir distopya senaryosuyla karşı karşıya kalabiliriz.