18 Mayıs 2025 Pazar

Squid Game: Çocukluk Oyunlarından Kapitalizmin Acımasız Eleştirisine

2021'in sonbaharında izleyiciyle buluşan Squid Game, yalnızca bir hayatta kalma hikâyesi değil; kapitalizmin görünmeyen şiddetini görünür kılan çarpıcı bir toplumsal alegoridir. Hwang Dong-hyuk’un yönettiği bu Kore yapımı, geçmişin masumiyetini simgeleyen çocuk oyunlarını ölümcül birer sınav mekaniğine dönüştürerek, izleyiciyi görsel bir travma ve düşünsel bir yüzleşme sürecine sokar. İsmini aldığı ojingŏ oyunu, artık neşeli bir anı değil; kanla çizilmiş bir ölüm labirentidir.

456 bireyin, büyük bir nakit ödül için tanıdık ama ölümcül oyunlara katılması, bireysel çaresizlikten çok sistemsel adaletsizliklerin bir sonucudur. Kaybetmenin bedeli yalnızca hayat değildir; aynı zamanda insanlık, onur ve ahlaki pusulanın da parçalanışıdır. Dizi, kapitalizmin insanları nasıl birer piyon haline getirdiğini ve hayatta kalmak için neleri göze alabileceğini gözler önüne seriyor.

Seçim Yanılsaması ve Etik Tuzaklar

Dizideki “oylama” sahnesi, liberal demokrasilerin temel mitini sorgular. Oyuncuların oy birliğiyle oyunu durdurabileceği fikri, sistem tarafından sunulan kısıtlı seçeneklerin bir maskesidir. Seçim, burada gerçek bir özgürlük değil; yalnızca farklı trajediler arasında yapılan sembolik bir tercihtir. Zira oyunlar durduğunda bile, oyuncuların gerçek dünyadaki çaresizlikleri onları yeniden bu kabusa çeker. Bu döngü, kapitalist sistemin “geri dönüşsüzlük” kuralını hatırlatır.

Oyunculara sunulan bu yanılsama, sistemin kendi içindeki adaletsizlikleri gizleme ve bireyleri suça ortak etme mekanizmasıdır. Dizideki karakterler, kendi çıkarları için başkalarını feda etmek zorunda kalırken, sistemin çarkları dönmeye devam eder. Bu durum, kapitalizmin etik değerleri nasıl aşındırdığını ve insanları nasıl yalnızlaştırdığını gösterir.

Nihilist Merkez ve Sistem Eleştirisi

İlk başta sempatik bir figür gibi sunulan oyuncu 001, yani Oh Il-nam, sonunda oyunun kurucusu ve sistemin mimarı olarak karşımıza çıkar. Onun varlığı, kapitalizmin nihilist çekirdeğini temsil eder: “Zayıflar ölmeyi hak eder.” Bu cümle, dizinin eleştirel dokusunu belirler. Il-nam karakteriyle birlikte dizi, bir kurgudan çok daha fazlasına—bir ideolojinin iç mantığına—dönüşür.

Ancak bu güçlü anlatı kısa sürede sistemin kendi içine çektiği bir metaya dönüşür. Netflix’in pazarlama aygıtı; maskeleri dekor, sembolleri oyuncak, anlatıyı ise yalnızca tıklanabilir bir içerik haline getirir. Eleştirilen düzen, bu kez dizi üzerinden kendini pazarlamaya başlar. İzleyici, hem empati duyan bir tanık hem de ekran başında tüketen bir VIP olur. Sistem, izleyiciyi de içine alarak kapanır.

İzleyen mi Olacaksın Karşı mı Duracaksın?

İronik olan şudur ki, Squid Game, sistemin görünmez şiddetini eleştirdiği ölçüde popülerleşmiş; popülerleştikçe de eleştirinin kendisi, gösterinin bir parçasına dönüşmüştür. Bir eleştirinin kitlesel hale gelmesi, onun evrensel kabul gördüğü anlamına gelmez; aksine, sistemin onu ne kadar zararsız hâle getirebildiğinin göstergesi olabilir. Kapitalizmin en sofistike yeteneği budur: karşıtını bile pazarlanabilir kılmak.

Son tahlilde Squid Game, yalnızca bir dizi değildir. O, çağımızın medya, etik ve tüketim çelişkilerinin kristalleştiği bir noktadır. Anlatının sonunda izleyiciye yöneltilen soru yalnızca dramatik değil, aynı zamanda felsefidir: “Sistemin bir parçası olarak mı kalacaksın, yoksa ona dışarıdan bakmanın bedelini ödemeye razı mı olacaksın?” Belki de dizinin asıl cesareti, bu soruyu açık bırakmasıdır. Çünkü bazı cevaplar, yalnızca izleyici olduğumuz sürece verilemez.

İlgili Haberler